Sabahın ilk ışıkları ile uyanıyorum. Bir yudum kahve ile güne başlarken bulutların içinde kalan İzne Mevkii’ne bakıyorum. Bu gün hava soğuk, ortalıkta kimsecikler yok, birazdan bahçeye inmeliyim, serada sulanmak için bekleyen ıspanaklara, soğanlara su vermeliyim. Toprak buralarda çok bereketli, sizi hiç üzmüyor, yeter ki tohumları toprağa, umut dolu, istek dolu gömün. Hemen sizinle tanışmak için kafasını uzatan minik tohumların nasıl da patlayıverdiğini görüyorsunuz. İzne de hemen hemen herkesin küçük bir sebze bahçesi var. MEZELE diyorlar bu minik sebze bahçesine. Yaz bitiminde Eylül ya da ekim ayından Kasım sonuna kadar dikim yapıyorsunuz.
Sıkı sıkıya giyiniyorum. Saçlarım ıslanmasın diye bir yemini sarıyorum başıma, tıpkı Hatçe teyzem gibi. Buralarda bulut içinde fazla kalırsanız hafifçe, çaktırmadan sizi ıslatan bulutun nemi ile tanışırsınız. Bulut Kafası diyorum ben bunun adına; bulutun içine dalmak. Az ilerde evinin bacasından tüten dumanı ile Ayşe teyzeme bakıyorum. Yusuf Ustanın da sobası yanıyor, hatta kuyuların başında bir hareket var. Araya girip çıkan bulutlar yüzünden net göremiyorum, okulun kapısını açıp kuyulara doğru merakla ilerliyorum. Hatçe teyzem beni görür görmez ayaklarının ağrısından dem vuruyor. Keçilerinin artık onu yorduğunu söylüyor, samra var biraz istersen diyor hemen ardından. SAMRA, gübre demek çiçekleri, sebzeleri güçlendiriyor. Az miktarda eklemeniz yeterli, ben buralara geldiğim ilk yıl çiçeklerime verdim. Meğer çokça katılmazmış, yakarmış yoksa köklerini, bilemedim. Ama artık öğrendim SAMRA nın ne kadar konulması gerektiğini.
Mahallemiz kuyuları büyük bir meydanda buluşturuyor herkesi. Sıcak sohbetler, günün havadislerini sanki buradan öğreniyorsunuz. Seviyorum sabahları kuyulara inmeyi. Derken Veli dayıyı görüyorum, uzaklaşmasın civardan diye, ayaklarını bağladığı atı ile görüyorum onu. Sevgi dolu gülümsüyor, hiç selamsız geçmez, hatta bazen küçük bir yoğurt kovasının içinde, taze yumurtalar getirir bize.
–Bu gün erkencisiniz Ayşe Hanım diyor Veli Dayı.
Hiç Ayşegül dedirtmedim onlara, İzne Ayşe olarak bilmek istiyor beni, onlar Ayşegül’ü değil, Ayşe’yi daha çok seviyorlar. Gülümsedim, yaşını başını almış atının yanına gittim, usulca, onu sevdim. Artık keçeleşmiş birbirine karışmış ve azalmış saçlarına uzanıyorum kibarca. Sakin yaşlı bir kadına benziyor, biraz yalnızlığını, efkar dağıtmaya geldiği kuyuların başında dağıtmaya çalıştığını hissediyorum. Atlar dünyanın en güzel varlıkları benim için. Algısı bu kadar büyük olan bir hayvana daha rastlamadım. Kana kana su içen keçilerin arasına şimdi, az ilerden gelen minnoş koyun kafilesi de katılıyor. Aralarında minik yavrular var, herkes gözü gibi bakıyor onlara. Bir daha bir daha yavrulasın diye, dualar edip, yavrular olunca da sevinçten bayram ediyor herkes. Hayvancılık oldukça önemli bir geçim kaynağı.
İzne Mevkii’nde, hemen hemen her hanenin ya keçileri ya da Sığırları var. Koyun ise çok daha üretimi naif ve zorlu bir hayvan. Eğer iyi bir sürü köpeğiniz yoksa, dağlardan inen canavarlara (kurt ) yenik düşersiniz. Yemlemeniz ve bakım oldukça önemli.
Herkese veda edip kuyuların başından Okulumuz Mektephan’a doğru çıkıyorum. Ayşe teyzenin seslendiğini duyup onun bahçesine dolanıyorum. Yüksekçe taşların ve kayaların olduğu yerden iniveriyorum Ayşe teyzenin bahçesine. Koca nene diyorum ben ona. Yaşı ve aklıyla, yüreği ve yaşama bağlılığı ile tam bir Şaman benim için o. Bahçesinin içinden kafasını çıkarıp dışarıya, ellerinde ki sarımsakları uzatıyor bana. Hoş beş iki cümle kuruveriyoruz hemen oracıkta. Seranın etrafında ki Pinar’ları temizlememi tembihliyor. İçlerinde yılan ve akrep saklanıyor diyor telaşla, söktür onları Ayşe. Temiz olsun bahçenin etrafı. Can kulağıyla dinliyorum anlattıklarını. Tembih ettiklerinin hemen yapılması için okula dönüyorum. Artık bulutlar dağıldı, dağların tepeleri açık görünüyor bu gün hava güzel ve parlak olacak İzne Mevkii’nde…
Güne, doğanın içinde, onunla paylaşarak başlamak ve solumak kadar daha gerçek ne olabilir ki diye düşünüyorum. Beton binaların arasında Meditasyon yaptığım İstanbul günlerime bakıyorum. Bir betonun içine sıkışıp kalmak ve onun enerjisinde kendinizi açıp meditatif hale gelmek. Şimdi kulağıma ve zihnime komik geliyor. Oysa yaşamlarımızın enerji alanlarını bizler seçiyoruz. Bizler planlıyoruz nasıl yaşamak istediğimizi. Şanslı hissederek kendimi, karşıma çıkıp sıçrayan sincaplara bakıyorum. Burada her şey olması gerektiği gibi, kimse hiçbir şeyi oldurtmaya zorlamıyor. Mevsimlerle ve doğayla yaşamanın gerçek Meditasyon olduğunu öğreniyorsunuz. İçten pazarlıkları, para telaşındaki sahte gülümsemeleri buralarda bulamazsınız. Hep gülümser doğa size, yeter ki siz ona yakın olmayı başarın.
İzne- Mektephan’dan…
Ayşegül Savaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder